1 Aralık 2012 Cumartesi

EZELDEN URFALI OLMAK...

BU YAZI DEĞERLİ HOCAM; YAŞAR DURU BEYEFENDİDEN ALINARAK YAYINLANMIŞTIR.KENDİLERİNE TEŞEKKÜR EDERİM.

EZELDEN URFALI OLMAK...

Günlerden bir gün yolunuz Urfa’ya düşerse şayet ve bir maniniz çıkmazsa; misafirimiz olmalısınız mutlaka. Eşiniz hanımefendi ve çocuklarınızla fakirhanemizi onurlandırmalı, Şiirin ve Türkünün Başkenti Şanlıurfa’yı, köşe-bucak bizimle gezmeli ve tanımalısınız bütün yönleriyle.
Bize ulaşamamak gibi bir durum asla söz konusu değil.
Çünkü; biz, yaklaşık 2 milyonluk büyük  bir aileyiz.
Biz Urfalıyız, biz Urfayız; İbrahim Halilullah’ın mirasçılarıyız. Evlerimiz, sofralarımız ve gönüllerimiz “Tanrı Misafiri” diyerek kapımızı çalan herkese açıktır
Şehrimize ayak bastığınız her hangi bir gün, her hangi bir saatte ve her hangi birimizle karşılaştığınızda veya her hangi birimizin kapısını çaldığınızda; bilin ki her birimiz size ev sahipliği yapacak, canınızı canımız, sağlığınızı sağlığımız, namusunuzu namusumuz, iffetinizi iffetimiz ve sizleri kendimiz bilerek sahipleneceğimizden emin olmalısınız.
Misafir gibi değil, bu büyük ailenin eşit haklara sahip fertlerinden biri olduğunuzu kabullenmeli ve buna göre davranmalısınız. Her arzunuzu, isteğinizi ve sebeb-i ziyaretinizi bize çekinmeden söyleyebilmelisiniz.
Urfa’yı tanımak mıdır muradınız? Postmodern çağın masal şehrini şöyle bir gezip görmek  ya da vatani görevini şehrimizde yapan ogulcuğunuzu veya Harran Üniversitesi’nde okuyan hanım kızınızı görüp hasret gidermek midir dileğiniz?
Mıkım Tahir’in, Kel Hamza’nın, Bekçi Bakır’ın, Cemil Cankat’ın, Tenekeci Mahmut’un, Kazancı Bedih’in, yıllar önce aramızdan göçüp giden türkünün, gazelin ve hoyratın büyük ustalarının, pirlerinin seslerini duymak istiyorsanız;
Yusuf Nabi’nin, Hacı Abdi Efendi’nin, Mırıne Hoca’nın, Kani Baba’nın, Furuği’nin,
Fehim’in, Külhani Ali Dede’nin, Ömer Nüzeht’in, Kuddusi’nin, Şeyh Saffet’in, Sakıb’ın, Şevket’in, Hikmet’in ve Urfalı olmasa da musiki meclislerinde gazelleri en çok söylenen iki şair ünvanını ellerinde tutan Yaşar Nezihe Bükülmez’in ve Fuzuli’nin mırsalarını anlamak mıdır maksadınız?
Hüseyin Peyda yahut Yılmaz Güney hemşehrilerimizin Urfa ve Yeşilçam serüvenlerini öğrenmek,  sinema tarihimizdeki farklarını farkedip farkettirmek midir meramınız?
İnsanlık tarihinin sıfır noktasından başlayarak köklerinizi aramak mıdır aklınızdan geçen?
Sebeb-i ziyaretiniz her ne olursa olsun; “Peygamber Kokan Şehri”mizi gecesiyle-gündüzüyle, kutsal mekanları ve insanlıkla yaşıt tarihi; 12 bin yıllık Göbekli Tepesi, Şuayb Şehri, Soğmatar’ı, Harran’ı, Hen El Bağrur’u; Nevale Çori, Viranşehir, Siverek, Halfeti, Birecik’i ve diğer kadim yerleri ile tanıtmadan veda etmemelisiniz!..
Gündüzleri tarihi ve kutsal mekanları gezmeli ve çarşı-pazar dolaşmalı; zaman zaman günü ve anı yaşamalı zaman zaman yıllar yıllar öncesine dönmeliyiz. Geceleri belki bir türkünün, hoyratın ve gazelin keyfiyle kendimizden geçmeli; belki de geçmişe dair bir söylencenin büyülü havasına kaptırıp rumumuzu Nemrut’a başkaldıran İbrahim’le birlikte putları devirmeli; bir topal karınca olup su taşımalıyız Nemrut’un yaktırdığı ateşi söndürmeye.
Bir sabah namazında Dergah’ta saf tutmalıyız. Allah’ın huzurunda el bağlamalı, boyun bükmeli, baş eğmeli, secdeye kapanmalıyız huşu içinde. Hz. İbrahim’in doğduğu mağarada diz çöküp dualı sudan içmeliyiz aynı tastan.
Kadıri ulularından Dede Osman Avni’nin kabri başında bir fatihalar, salavatlar, selamlar göndemeliyiz hazretin ve geçmişlerimizin ruhuna.Dualar etmeliyiz kabul olunacağına gönülden inanarak.
Sonra Kale’ye çıkmalıyız bir kaç solukta.
İbrahim Peygamberin ateşe atıldığı mancınıkların arasından seyretmeliyiz İbrahim’in şehrini; Eyyup Peygamber misali sabırla. Hz. Eyyub’u ziyaret için çıktığı yolculuğu bu topraklarda sonlandıran Elyaseh Peygamber’in soluduğu havayı doldururmalıyız ciğerlerimize. Şuayb Peygamber’in yaşadığı TekTek Dağları’na çevirip bakışlarımızı; Lut Peygamber’in amcası İbrahim’in peşi sıra Harran’a  gidişini izlemeliyiz gözden kayboluşlarına kadar.  
Derken; 9-10 yaşlarında küçücük bir çocuk gelmeli yanımıza; esmer, kara gözlü-kara kaşlı, biraz sıska, biraz kavruk ve sesi hemen her Urfalı gibi yanık mı yanık! İster Türkçe, ister Kürtçe veya bir başka dünya dilinde anlamalı bize, İbrahim Peygamber’in putları birer birer devirişini.Nemrut’un kızı Züleyha’nın aşkının haberini bir de çocuktan almalıyoz. Kalenin eteklerinde bir yerden İbrahimi makamında bir gazelin nağmelerini duyabilmeliyiz. İçinden gelirse şayet; esmer, kara gözlü-kara kaşlı, biraz sıska ve biraz kavruk çocuk; bir hoyratla karşılık veremeli, Uşşak makamından.
Şaşırmamalısınız, nasıl olur diye sormamalasınız; burası Şanlıurfa, burası şiirin ve türkünün şehridir, unutmamalısınız!.
Çocuk anlatırken; katırlarla dağlardan taşınan odunları.. yakılan ateşin gökyüzüne yükselen alevlerini ve minicik ağzına sığdırdığı bir damla su ile ateşi söndürmeye giden  topal karıncanın kıssasını; biz kıssadan hisse çıkararak safımızI belirlemeliyiz.
Hz. İbrahim’in ateşe atılırken yaptığı "Bana Allah'ım yetişir. O ne iyi vekildir, yardımcıdır" mealindeki duayı okumalı ve az önce nefes nefese çıktığımız merdivenlerden "Hasbiyallah ve ni-mel vekil" diye diye inmeliyiz huzur içinde.
Ebedi kudretin tek sahibinden gelen "Ey ateş! İbrâhim'e karşı serin ve selâmette ol!" emriyle oluşan göllere geçmeliyiz doğruca. Anzılha Parkı’nda ulu bir çınarların gölgesinde yudumlamalıyız sabah çaylarımızı. Çocuklarınız kutsal olarak bilinen balıklara yem atmalı Halilürrahman’da. Eşiniz hanımefendi Ak Balık’a uğrayıp dilek tutmalı.
Sonra... Size biraz tuhaf gelebilir ama, “biz de adet böyledir”; sağlığınız engel değilse, ciğer kebabıyla yapmalıyız kahvaltımızı. Yanında açık ekmek, közlenmiş acı isot, nar gibi domates ve buz gibi soğuk ayran olmalı mutlaka.
Dilerseniz; en yakın pastahanede kaymaklı-fıstıklı katmer ve süt de ikram etmeliyiz. Farklı tadıyla şehrimize özgü bir lezzeti de deneyebilirsiniz. Ramazanların vaz geçilmez çöreği şekerli veya sade külünçeyle de bastırabiliriz açlığımızı. Poğaça da alabilirsiniz; börek de, çörek de. Veya domates, salatalık, peynir, zeytin dürümü de yapabiliriz sımsıcak ekmekle.
Fazla oyalanmamalıyız; gezip görülecek o kadar çok mekan var ki yolumuzun üzerinde.
Arasa, Sultan ve Velibeg Hamamları.. Hüseyniye Çarçıları, Kafafhana.. Mevlevihane...Mençek-Haci Kamil ve Gümrük Hanları... Kazaz ve Sİpahi Bedestenleri.. Kuyumcu, Nacar, Kazancı, Demirci, Saraç, İsotçu, Koyuncu, Kasap, Attar, Kürkçü, Kokacı ve Eskici Pazarlarını dolaşabilmeliyiz. Urfa’nın 12 bin yıllık bir tarihden günümüze kalan eserleri ve kalıntıları gezip görmeye bir değil, birkaç gün dahi yetmeyeceğini bilmeli ve zaman tüneline girip geçmişe dönmeliyiz.
Urfa musiki geleneğini anlatmalıyız, XX. Yüzyıl Urfa’sına gitmeden  önce.
Musiki tarihin her döneminde ve her kesimden Urfalı için hayatın olmazsa olmazları içinde yer alır, kimi zaman, mekan ve insanlar için hayatın ta kendisi olur.Diğer bir deyişle; Urfalılar açlığa, susuzluğa, yokluğa ve yoksulluğa bir yere kadar dayanırlar, ama türküsüz, hoyratsız, gazelsiz, sazsız, sözsüz ve sessiz bir ömre katlanamazlar. İnsanlarımızın genlerinden gelen bu anlayışladır ki düğünden-cenazeye, kına ve asbap gecelerinden bayramlara, seyranlara, dağ yatıları, sıra gezmeleri ve arkadaş toplantılarına varıncaya kadar her zamanı, mekanı ve olayı musiki ile anar ve anlatırlar.  
Musiki sadece erkeklere özgü bir tutku ve bir aşk değildir Urfa’da.
Kadınlar; gelin evlerinde yapılan ve “Kına Gecesi”lerinde evlilik, düğün ve sevda konulu türküler eşliğinde oynar; damat ve gelin tarafından kadınlar zaman zaman doğaçlama ürettikleri manilerle  atıışarak geceyi şenlendirirler. Urfalı hanımların şiire ve musikiye yatkınlıklarını “Şivan” denilen etkinliklerde de görmek mümkündür. Ölen kişiye övgü dolu ağıtlar yakarak ağlar; cenaze sahipleri ve taziyeye gelenleri de ağlatır.
Erkeklerde mevsim ve iklim şartlarına göre; soğukların bastırmaya başladığı  aylarda “sıra gezmesi”, “asbap gecesi” ve benzeri birlikteliklerde; bahar ve yaz aylarında ise “bağ-bahçe gezileri” ile “dağ yatıları”nda etkinliğin türüne bakılmaksızın türküler ve hoyratlar okurlar. Bu etkinliklerde hoyrat, türkü ve gazellerin yanı sıra , etkinliği düzenleyenlerin ve misafirlerin meşrep ve inanç dünyasına uygun tasavvuf musikisi eserlerini de icra ederler, Yunus gibi.
“Gelin Getirme” törenleri de, motorlu araçların yeni yeni kullanılmaya başladığı yakın geçmişe kadar, Urfa Musiki geleneğinde önemli bir yer tutar.   Gelini yaya veya atla müzik grubu eşliğinde damat evine getirilir; yol boyu hemen her sokak başında durulur  ve fasıl yapılır, hoyrat ustaları bu duraklamalarda “gelin, aşk ve evlilik” temal hoyratlar söylerler. Urfa’nın geleneksel hayatlı taş evlerinde yapılan düğün ve nikah törenlerinde “Degenek Oyunu”nun oynanır; arada hoyratlar okunur. düğünü izleyen kadınlar zılgıt çalarak düğüne katılanları coştururlar.

1 yorum:

Adsız dedi ki...

külhani ali dede ile ilgili bir bilgi elinizde varmı